Erkeklerde kadınlara göre 3 kat daha sık olduğu bildirilmektedir.
Aşırı kıllı erkeklerde görülmesi ve sakral bölge kıllanması çok az olan Çinliler de nadir rastlanılması edinsel teoriyi doğrulamaktadır.
Pilonidal sinüsün gelişmesi açısından, beyaz ırk, erkek cins, aşırı terleme, hipertrikoz, kötü lokal hijyen, obezite, diğer vucut bölgelerinde follikülit ve fronkül gelişimi, uzun süre oturmayı gerektiren meslekler ve derin intergluteal oluk risk faktörleridir.
Gelişen Sinus traktı olguların %90’ında yukarıya doğrudur ve anüse 5-8 cm mesafededir. Nadiren sinus aşağı doğru uzanır ve anüsten 4-5 cm mesafede yer alır.
İlk olarak sakrokoksigeal bölgede bir sellülit ya da abse şeklinde belirti verir. Hastalar sıklıkla bu aşamada müracaat ederler. Çoğu olguda abse spontan olarak drene olur. Daha sonra gelişen sinüslerden kronik, bazen artan, bazen azalan, kötü kokulu, devamlı ve rahatsız edici bir akıntı gözlenir. Sakral bölgede ağrı olabilir.
Tanı ya sakral bölgede bir absenin görülmesi ya da kronik dönemde bir veya daha fazla sinus ağzının saptanmasıyla klinik olarak kolayca konulur.
Selülit formunda hastaya antibiotik tedavisi başlanılır.
Abse ile karakterize akut fazda abse drene edilmelidir.
Kronik sinüslerde yaygın olarak kullanılan medikal yöntem traktüse fenol enjeksiyonudur.
En az invaziv cerrahi yöntemlerden bir tanesi fistülün eksize dilerek açık bırakılmasıdır (Coring out).
Bu yöntemde kavite ve sinüsler çevre sağlam deriyle birlikte sakral fasyaya kadar eksize edildikten sonra yara açık bırakılır (Şekil 1)ya da yara kenarları derin fasyaya dikilir yani marsupialize edilir(Şekil 2) .
Bazı olgularda lezyonun çıkarılmasından sonra küçük bir defekt kalmışsa fazla gerginliğe yol açmayacak bir primer kapatım düşünülebilir.
Bu yöntemlerle pilonidal sinüs ve uzantıları tam olarak çıkarıldıktan sonra, oluşan defekt, daha az kıl içeren ve terleyen doku flebi ile kapatılır. İntergluteal oluk düzleştirilir ve gerilimsiz yara iyileşmesi sağlanır. Orta hat skarından kaçınılmış olur. Bu yöntemlerle rekürrens oranları %0-5 olarak bildirilmektedir. Bu yöntemlerin en çok tercih edilenleri: Limberg romboid flep onarımı , Fishbein yarımay flep onarımı, V-Y ilerletme flepleri ve Z plastidir.
Hastalığın tedavi sonrası tekrarlamasıdır. Yetersiz eksizyon, cilt veya skar dokusuna yeniden kılların batması, enfeksiyon gelişimi, kötü yara iyileşmesi, yapılan cerrahi girişimin derin intergluteal oluk gibi etyopatolojik risk faktörlerini ortadan kaldırmayıp fizyopatolojik süreci engellememesi, erken ve geç rekürrens nedenleri olarak sayılabilir. Tekrarlayan olguların tedavisinde genellikle reeksizyon ve doku flepleri ile onarım önerilmektedir.